
Fizik terimi eski Yunanca’da “Füzis” (doğa) kelimesinden gelir. O nedenledir ki, doğa bilimleri denilen bir olgudan söz ediyoruz. Fizik kelimesini Sokrates-öncesi filozofların kitaplarında görüyoruz. Bunların kozmogoni (evren doğumu ya da oluşumu, denebilir) üzerine yoğunlaştığı da söylenebilir. Ancak ilk defa büyük ve tam bir metin olarak Aristoteles’te görüyoruz. Aristoteles klasik mantığın kurucusu ve aynı zamanda ilk sistematik sınıflandırmayı da -yanlışları ve eksikleri de olsa- bulan kişi. Bizler de, tarihsel olarak, insanoğlunun doğayı sistematik araştırma-değiştirme macerasını, o tarihten sonra daha ayrıntılı takip edebiliyoruz.
Bu değişim, kuşkusuz, bilgisel açıdan bakıldığında oldukça büyüktür ve bir önceki yıllarla karşılaştırıldığında oldukça ivme kazanmıştır. Diğer taraftan, bu değişimin etik boyutlarını konuşmak da, sonuçları yaşıyor olmamız nedeniyle yine zamanımıza kalmıştır. İnsanoğlu, bu hızlı değişim içerisindeki etik konumunu uzun bir zaman unutmuş görünüyor, bir tür ‘zafer sarhoşluğu’ da diyebiliriz bu duruma sanırım. (Ancak, bu yaklaşım 17. yüzyıldan bu yana Batı toplumlarında etkilidir[4]. Doğu toplumları, doğa ile aralarındaki organik bağ düşüncesi nedeniyle doğaya hakim olma yerine onunla birlikte yaşama biçimini seçtiklerinden -yakın yüzyıla kadar tabii ki- burada doğaya yönelik bir faşizmden söz edemiyoruz.[5])
[1]Bu tanım herhangi bir kaynaktan alınmamıştır. Ancak, oldukça orta yollu bir tanım (açıklama) denemesi olduğu kanaatindeyim. Ek olarak; bu konuda Ingeborg Bachmann’ın “Faşizm iki kişi arasındaki ilişkide başlar” şeklindeki varoluşçu temele dayalı görüşüne katılıyorum. (meraklısına, romanın başlığı “Malina”)
[2] Eğitimde bunun etkisiyle ilgili olarak, Einstein’ın bir denemesini okumuştum. Yine meraklısına, “Dünyamıza bakış” adlı bir kitap.
[3] En azından, bireysel olarak düşünebileceğimiz pek çok şey var. Örneğin; bir insan hayatı boyunca ortalama 7-8 yetişmiş ağaç ve türevi tüketmesine karşın bunun yerine yenisini koyup koymadığı tartışmalıdır.
[4] Doğa karşısındaki bu tutumun benzerini Batılıların iş dünyasında da görüyoruz –en azından, kendilerini anlattıkları filmlerden ve kitaplardan.
[5] 17. yüzyıldan önceki Batı anlayışına Aristotelesçi organik yaklaşım hakimdi, Stoacı doğa ve ahlak anlayışı da önceki dönemin en belirgin anlayışlarındandır.
[6] “Sorgulanmamış bir yaşam, yaşanmaya değmez” Sokrates
No comments:
Post a Comment